İlk Men in Black filminin çıktığı zamanı hatırlıyorum. Filmle eş zamanlı olarak çıkan bilgisayar oyununu, o sırada 10 - 11 yaşlarındaki kuzenimle birlikte oynuyorduk. Oyun bir apartman dairesinde başlıyordu. Yan odadaki bombayı patlamadan önce bulup etkisiz hale getirmek gerekiyordu. Bir de, o evden çıkmak için apartmanın yangın merdiveninden aşağıdaki çöp konteynırına atlamak gerektiğini hatırlıyorum. İlerlemek için her sahnede birtakım bulmacaları çözmemiz gereken oyunları pek sevmediğim için devamını oynamamıştım.
O sıralarda henüz acemi bir çevirmendim. Televizyon için, genellikle de dublaj çevirisi yapıyordum. Türkiye'nin yeni tanıştığı uydudan yayın yapan birkaç kanal ile Cine5 dışında altyazılı film ya da program gösteren bir kanal yoktu. Uyduda, E! adında Hollywood dedikodularını aktaran bir kanal vardı. Altyazıyı bizden bir tek onlar istiyordu. E!, demişken, Cbnc-e yanılmıyorsam henüz yoktu. LDP'nin o zamanlarki başkanı Besim Tibuk'un sahibi olduğu Kanal E vardı sadece. Cnbc'nin arkasındaki "e" oradan geliyor zaten.
Henüz acemi bir çevirmendim ama yine de gece gündüz çeviri yapıyordum. Bizim emeklerimiz sayesinde para kazandğı halde, şirket kasasına giren parayı, çalışanlarının hak ettiği ödemeleri yapmak yerine sefahat alemlerinde harcamayı tercih eden bir patronumuz vardı. Kiralar hep gecikiyor, faturalara hep faiz biniyor, patron beyse alemden aleme koşuyordu.
Pek hayırla andığım bir insan değildir kendisi. Senelerce kahrını çektikten sonra nihayet piyasadaki başka bir şirketle çalışmaya başlamamdan bir süre sonra, her nasıl olduysa ödeme çıkarttılar da içeride kalan paramı alabildim. Meğerse benim başka şirkete geçtiğimi bilmiyormuş. Yoksa zaten bana ödeme falan çıkmazdı. Zaten, sonradan öğrendiğime göre, o gün arkamdan bayağı bir küfretmiş. Neyse, yüzüne karşı bir daha onlarla çalışmayı düşünmediğimi söylemenin verdği zevk bana yeter.
Hayat işte, nereden nereye. İlk MIB filminden 15 yıl sonra, serinin üçüncü filminin çevirisini ben yaptım. Ben, o ilk yıllarda, bana mesleğin en prestijli noktası olarak görünen sinema çevirisine geçiş yaparken, o sorunlu patron da koca şirketi iflas ettirdiken sonra, son haber aldığıma göre bir yerlerde maaşlı eleman olarak çalışmaya başladı. Filmde Ajan K'yı canladıran Tommy Lee Jones da, muhtemelen aksiyon sahneleri için artık çok yaşlı olduğundan, filmde sadece küçük bir rolde oynamış.
İşin ilgici ne ilk filmi, ne de yıllar sonra çekilen ikinci filmi seyretmeye fırsat bulamadım. Ama üçüncü filmin çevirisini yaparken, aklımdan "Ben bu filmlerin bu kadar eğlenceli olduğunu bilseydim, mutlaka seyrederdim." diye geçirdim.
Filmde, tam da bu duruma uygun bir diyalog vardı:
Çeviriyi 11,5 saatte tamamladım. Kontroller, altyazıyı hazırlama ve başka birkaç teknik işlemle birlikte toplam 18 saatimi aldı. Benim için güzel bir deneyim oldu.
O sıralarda henüz acemi bir çevirmendim. Televizyon için, genellikle de dublaj çevirisi yapıyordum. Türkiye'nin yeni tanıştığı uydudan yayın yapan birkaç kanal ile Cine5 dışında altyazılı film ya da program gösteren bir kanal yoktu. Uyduda, E! adında Hollywood dedikodularını aktaran bir kanal vardı. Altyazıyı bizden bir tek onlar istiyordu. E!, demişken, Cbnc-e yanılmıyorsam henüz yoktu. LDP'nin o zamanlarki başkanı Besim Tibuk'un sahibi olduğu Kanal E vardı sadece. Cnbc'nin arkasındaki "e" oradan geliyor zaten.
Henüz acemi bir çevirmendim ama yine de gece gündüz çeviri yapıyordum. Bizim emeklerimiz sayesinde para kazandğı halde, şirket kasasına giren parayı, çalışanlarının hak ettiği ödemeleri yapmak yerine sefahat alemlerinde harcamayı tercih eden bir patronumuz vardı. Kiralar hep gecikiyor, faturalara hep faiz biniyor, patron beyse alemden aleme koşuyordu.
Pek hayırla andığım bir insan değildir kendisi. Senelerce kahrını çektikten sonra nihayet piyasadaki başka bir şirketle çalışmaya başlamamdan bir süre sonra, her nasıl olduysa ödeme çıkarttılar da içeride kalan paramı alabildim. Meğerse benim başka şirkete geçtiğimi bilmiyormuş. Yoksa zaten bana ödeme falan çıkmazdı. Zaten, sonradan öğrendiğime göre, o gün arkamdan bayağı bir küfretmiş. Neyse, yüzüne karşı bir daha onlarla çalışmayı düşünmediğimi söylemenin verdği zevk bana yeter.
Hayat işte, nereden nereye. İlk MIB filminden 15 yıl sonra, serinin üçüncü filminin çevirisini ben yaptım. Ben, o ilk yıllarda, bana mesleğin en prestijli noktası olarak görünen sinema çevirisine geçiş yaparken, o sorunlu patron da koca şirketi iflas ettirdiken sonra, son haber aldığıma göre bir yerlerde maaşlı eleman olarak çalışmaya başladı. Filmde Ajan K'yı canladıran Tommy Lee Jones da, muhtemelen aksiyon sahneleri için artık çok yaşlı olduğundan, filmde sadece küçük bir rolde oynamış.
İşin ilgici ne ilk filmi, ne de yıllar sonra çekilen ikinci filmi seyretmeye fırsat bulamadım. Ama üçüncü filmin çevirisini yaparken, aklımdan "Ben bu filmlerin bu kadar eğlenceli olduğunu bilseydim, mutlaka seyrederdim." diye geçirdim.
Filmde, tam da bu duruma uygun bir diyalog vardı:
You know the most destructive force in the universe?
Evrendeki en yıkıcı gücün ne olduğunu biliyor musun?
Sugar?
Şeker mi?
Regret
Pişmanlık.
Çeviriyi 11,5 saatte tamamladım. Kontroller, altyazıyı hazırlama ve başka birkaç teknik işlemle birlikte toplam 18 saatimi aldı. Benim için güzel bir deneyim oldu.

Yorumlar
Yorum Gönder