Konusunu okuduktan sonra çeviriye biraz çekimser başladım ama hiç ummadığım kadar keyifli bir film çıktı Bernie. Özellikle, sinemada bir türlü ısınamadığım dış sesle anlatma kolaycılığına kaçmak yerine, filmdeki karakterlerle sanki röportaj yapılıyormuş gibi bir yaklaşım izlenmesi, bence filmin anlatım diline çok büyük bir dinamizm katmış. Anlatım tekniği olarak dış sesi ve röportajı birbirinin alternetifiymiş gibi göstermek çok doğru olmayabilir belki; ama sıradan ve sıkıcı olabilecek bir konunun nasıl ilginç bir şekilde anlatabileceğini sorarsanız, işte aynen Bernie filmindeki gibi derim.
Diyalogların çok uzun olması, hatta resmen bitmek bilmemesi yüzünden bir noktadan sonra çevirmen yorgunluğunun başladığını kabul etmem gerekir; ama hem işime hem de kaliteli bir filme karşı duyduğum saygıdan dolayı, her zamanki gibi elimden gelen en iyi şekilde çevirmeye gayret ettim.
Ancak, filmin çeviri macerasını ayrı, çeviriden sonraki altyazıya hazırlama ve altyazı basma macerasını ayrı tutmam gerekiyor. Maceranın adı: İstanbul'da Kar.
Daha önce de birkaç kez yazdım diye hatırlıyorum, sinema filmlerini çevirirken bize önce filmin senaryosu gelir, biz senaryo üzerinden çeviririz. 35 mm. baskıların gelmesi biraz zaman alır. O yüzden önce filmi görmeden çeviriyi yapar, sonra görsel üzerinden kontrol ederiz. Çok temel, herkesin hemen fark edeceği çeviri hataları da genelde bu kontrol sırasında gözden kaçan yerlerden çıkar; ama bu konuya daha sonra yeri geldiğinde girmeyi düşünüyorum.
Bernie'nin görselleri ben çeviriyi yaptıktan çok sonra geldi. Gerçekten de 35 mm. kopyalar o kadar geç geldi ki, filmi unutuklarını ya da vizyona sokmaktan vazgeçtiklerini düşünmeye bile başlamıştım. Sonra bir gün, bir kış günü kopyalar geldi. İstanbul'un kar hakimiyeti altına girdiği bir haftaydı.
Kimse mağdur olmasın, film zamanında yetişsin diye, şirkette herkesin evine gidebilmek için erkenden çıktığı bir günde, oturup filmin altyazı kontrolünü yapmaya başladım.
Ama en kötüsü dışarı çıktığınızda kara teslim olmuş bir şehirle karşılaşmak değil; böyle bir şehirle karşılacağınızı bildiğiniz halde kimsenin işi aksamasın diye oturup altyazsını hazırladığınız filmin o hafta değil, ondan sonraki hafta değil, hatta o ay bile değil, aylar sonra vizyona girmesidir.
Diyalogların çok uzun olması, hatta resmen bitmek bilmemesi yüzünden bir noktadan sonra çevirmen yorgunluğunun başladığını kabul etmem gerekir; ama hem işime hem de kaliteli bir filme karşı duyduğum saygıdan dolayı, her zamanki gibi elimden gelen en iyi şekilde çevirmeye gayret ettim.
Ancak, filmin çeviri macerasını ayrı, çeviriden sonraki altyazıya hazırlama ve altyazı basma macerasını ayrı tutmam gerekiyor. Maceranın adı: İstanbul'da Kar.
Daha önce de birkaç kez yazdım diye hatırlıyorum, sinema filmlerini çevirirken bize önce filmin senaryosu gelir, biz senaryo üzerinden çeviririz. 35 mm. baskıların gelmesi biraz zaman alır. O yüzden önce filmi görmeden çeviriyi yapar, sonra görsel üzerinden kontrol ederiz. Çok temel, herkesin hemen fark edeceği çeviri hataları da genelde bu kontrol sırasında gözden kaçan yerlerden çıkar; ama bu konuya daha sonra yeri geldiğinde girmeyi düşünüyorum.
Bernie'nin görselleri ben çeviriyi yaptıktan çok sonra geldi. Gerçekten de 35 mm. kopyalar o kadar geç geldi ki, filmi unutuklarını ya da vizyona sokmaktan vazgeçtiklerini düşünmeye bile başlamıştım. Sonra bir gün, bir kış günü kopyalar geldi. İstanbul'un kar hakimiyeti altına girdiği bir haftaydı.
Kimse mağdur olmasın, film zamanında yetişsin diye, şirkette herkesin evine gidebilmek için erkenden çıktığı bir günde, oturup filmin altyazı kontrolünü yapmaya başladım.
Bize gelen senaryoda ayrıca, filmin altyazılarının ne zaman girip çıkacağını belirten, timecode adını verdiğimiz zaman göstergesi vardır. Biz, bu zaman göstergesinin doğru olduğunu varsayar ve çeviri yaparken bunları kullanırız.
Çoğu kez, orijinal senaryo üzerindeki zaman göstergesine göre hazırlanan altyazılar filmle birebir eşleşir. Ama bazen, ekseriyetle işimizin acele olduğu zamanlarda o altyazı o filme oturmaz. Bütün filmin altyazısını baştan döşemek zorunda kalırsınız. Böylece, en fazla 5 saatte biteceğini tahmin ettiğiniz bir iş, 10 saate, 12 saate kadar uzar. Özellikle de dışarıda kar yağdığı için eve gitmenizin her dakika daha fazla tehlikeye girdiği bir gündeyseniz, o 12 saat, çevirisini yaparken güzel olduğunu düşündüğünüz filme karşı bütün hislerinizi değiştirebilir.
Ama en kötüsü dışarı çıktığınızda kara teslim olmuş bir şehirle karşılaşmak değil; böyle bir şehirle karşılacağınızı bildiğiniz halde kimsenin işi aksamasın diye oturup altyazsını hazırladığınız filmin o hafta değil, ondan sonraki hafta değil, hatta o ay bile değil, aylar sonra vizyona girmesidir.

Yorumlar
Yorum Gönder