Şirketteki aşırı yoğun temponun ardından izne ayrılıp güzelce dinlendiğimi söylemek isterdim; ama izne ayrılmamın sebebi güzelce dinlenmek değil, üst kademeden gelen "Birikmiş izinlerinizi kullanın." talimatı olduğu için dinlenemedim. "Bana ne ya, ben izindeyim. Bana gelmeyin." diyip işi gücü boş vermek gibi huylarım olmadığı için de, çeviri yapmaya devam ettim.
Böylece bir yandan evde oturup mahallede süregelen inşaatın bitmek tükenmez seslerini içselleştririken, bir yandan da Apple'ın ünlü CEO'su Steve Jobs'un hayatını anlatan Jobs filminin çevirisini yaptım.
Bir insanın hayatını anlatan filmlere genellikle temkinli yaklaşırım. Filmler, belirli bir duyguyu verebilmek adına gerçek olaylardan sapma eğiliminde olduğundan, filmlerin bir insan hakkında fikir edinmek için çok yanlış bir mecra seçimi olduğunu düşünürüm. Seyirci olarak bu tip filmleri sevmediğim için zaten uzak dururum. Çevirmen olarak mecburen seyretmem gerekiyorsa da, o filmde geçen gerçek kişiler hakkında bir hüküm vermemeye çalışırım. O yüzden de, Jobs filmindeki çevresiyle uyumsuz, sadece işini düşünen ve kafasındaki hedefe odaklanmak için en yakın arkadaşlarıyla bile yollarını ayırmaktan çekinmeyen adam profiline temkinli yaklaşmayı tercih ediyorum.
Zaten, filmle ilgili dert etmem gereken şey içeriğindeki karakterlerin nasıl gösterildiği değil, daha kötü hazırlanmasına herhalde imkan olmayan spotting list'ti.
Bir filmdeki diyalogların ne zaman girdiğini ve çıktığını gösteren spotting list, hem çeviriyi hem de sonrasındaki alt yazı sürecini çok ciddi bir biçimde etkileyen, çok önemli bir unsurdur. Herhangi bir spotting list yoksa, ona bir itirazım yok, oturur filmi seyreder, ne duyuyorsanız onu çevirirsiniz. Bu mesleğe başladığım ilk yıllarda bize çok nadiren metin verildiği ve filmlerin neredeyse hepsini dinleyerek çevirdiğimiz için, zaten alışık olduğum bir durum. Ancak, spotting list varsa, o zaman işler değişir.
Her şeyden önce, orijinal spotting list'te cümlelerin nereden bölündüğü yapacağınız çeviriyi doğrudan etkiler. Uzun bir laf iki parçaya bölünmüşse farklı, üç parçaya bölünmüşse farklı çeviri yapmanız gerekebilir. Özellikle, bir diyalogtaki sürpriz etkisini olması gerektiği yere denk getirmek için laf canbazlığı yapmak kaçınılmaz olur.
Ama eğer, Jobs filiminde olduğu gibi, bütün spotting list'i ekranda resmen 3 - 4 kare duran tek tek kelimlerle doldurursanız, o iş başınızı çok ağrıtır. Çeviriyi yaparken de ağrıtır, filmin başına oturup alt yazıyı adam etmeye çalışırken de ağrıtır. Adam gibi bir spotting list olsa, akıcı bir şekilde ilerleyecek olan iş sizi uğraştırır durur. Ve tabii sizden mazeret değil iş bekleyen müşteri de, genellikle bu gibi küçük ayrıntılara bakmaz, iş geciktikçe size hesap sorar.
Filmin spotting list'ini hazırlayan şirkete bu kadar saçma bir dosya hazırlamaktaki maksatlarının ne olduğunu soran bir mail de attım; ama bu gibi durumlarda çoğu kez olduğu gibi herhangi bir cevap alamadım.
Böylece bir yandan evde oturup mahallede süregelen inşaatın bitmek tükenmez seslerini içselleştririken, bir yandan da Apple'ın ünlü CEO'su Steve Jobs'un hayatını anlatan Jobs filminin çevirisini yaptım.
Bir insanın hayatını anlatan filmlere genellikle temkinli yaklaşırım. Filmler, belirli bir duyguyu verebilmek adına gerçek olaylardan sapma eğiliminde olduğundan, filmlerin bir insan hakkında fikir edinmek için çok yanlış bir mecra seçimi olduğunu düşünürüm. Seyirci olarak bu tip filmleri sevmediğim için zaten uzak dururum. Çevirmen olarak mecburen seyretmem gerekiyorsa da, o filmde geçen gerçek kişiler hakkında bir hüküm vermemeye çalışırım. O yüzden de, Jobs filmindeki çevresiyle uyumsuz, sadece işini düşünen ve kafasındaki hedefe odaklanmak için en yakın arkadaşlarıyla bile yollarını ayırmaktan çekinmeyen adam profiline temkinli yaklaşmayı tercih ediyorum.
Zaten, filmle ilgili dert etmem gereken şey içeriğindeki karakterlerin nasıl gösterildiği değil, daha kötü hazırlanmasına herhalde imkan olmayan spotting list'ti.
Bir filmdeki diyalogların ne zaman girdiğini ve çıktığını gösteren spotting list, hem çeviriyi hem de sonrasındaki alt yazı sürecini çok ciddi bir biçimde etkileyen, çok önemli bir unsurdur. Herhangi bir spotting list yoksa, ona bir itirazım yok, oturur filmi seyreder, ne duyuyorsanız onu çevirirsiniz. Bu mesleğe başladığım ilk yıllarda bize çok nadiren metin verildiği ve filmlerin neredeyse hepsini dinleyerek çevirdiğimiz için, zaten alışık olduğum bir durum. Ancak, spotting list varsa, o zaman işler değişir.
Her şeyden önce, orijinal spotting list'te cümlelerin nereden bölündüğü yapacağınız çeviriyi doğrudan etkiler. Uzun bir laf iki parçaya bölünmüşse farklı, üç parçaya bölünmüşse farklı çeviri yapmanız gerekebilir. Özellikle, bir diyalogtaki sürpriz etkisini olması gerektiği yere denk getirmek için laf canbazlığı yapmak kaçınılmaz olur.
Ama eğer, Jobs filiminde olduğu gibi, bütün spotting list'i ekranda resmen 3 - 4 kare duran tek tek kelimlerle doldurursanız, o iş başınızı çok ağrıtır. Çeviriyi yaparken de ağrıtır, filmin başına oturup alt yazıyı adam etmeye çalışırken de ağrıtır. Adam gibi bir spotting list olsa, akıcı bir şekilde ilerleyecek olan iş sizi uğraştırır durur. Ve tabii sizden mazeret değil iş bekleyen müşteri de, genellikle bu gibi küçük ayrıntılara bakmaz, iş geciktikçe size hesap sorar.
Filmin spotting list'ini hazırlayan şirkete bu kadar saçma bir dosya hazırlamaktaki maksatlarının ne olduğunu soran bir mail de attım; ama bu gibi durumlarda çoğu kez olduğu gibi herhangi bir cevap alamadım.

Yorumlar
Yorum Gönder