Alt yazıda olsun, dublajda olsun, önce filmi bir kere seyredip ardından yine filmi seyrederek çeviri yapmanın bu işin en sağlıklı yöntemi olduğunu hep savunurum. Ne var ki, sinema çevirilerinde bu yöntem hiçbir zaman uygulanmaz. Filmin görselleri metinden çok sonra, vizyon tarihi iyice yaklaştığı sırada geldiği için, mecburen önce metinden çeviri yapılır; ardından film gelince seyredilerek düzeltmeler yapılır.
Sinemada seyrederken karşılaştığınız saçma çeviri hatalarının çoğu da buradan kaynaklanır. Filmi görmeden yapılan çeviri, o çevirinin ancak ilk taslağı olabilir. Ardından mutlaka filmin seyredilmesi, o çevirinin filmin içindeki bağlama uygun hale getirilmesi gerekir. Tabii bazen insanın dikkati dağılır ve normalde bangır bangır "Ben çeviri hatasıyım!" diye bağıran cümleler bile gözden kaçabilir.
O yüzden, filmi çevirisinde en sağlıklı yöntem önce filmi seyretmek, ardından filmi seyrederek, her konuşmada durarak çeviriyi yapmaktır. Ancak dediğim gibi, sinema çevirisinde bu yöntem uygulanmaz.
I, Frankenstein filmiyse, sinema filmlerindeki bu handikapta bambaşka bir çığır açtı. Filmin vizyon tarihi iyice yaklaşmasına rağmen görseli bir türlü gelmeyince, dağıtımcı firma benden çeviriyi filmi seyretmeden teslim etmemi istedi. Halbuki, bu işin adı film çevirisidir. Metin sadece bize yardımcı olması için vardır. İyi hazırlanmış bir spotting list yardımcılık görevinin ötesinde, bu işin bir bakıma bel kemiğidir elbette, ama bir spotting listin iyi olup olmadığını belirleyen de filmle ne kadar uyumlu olduğudur. Yani kısacası, bu işte asıl olan filmin kendisidir. Yanılıp da metni işin asıl zannetmek, sinema salonunda komik duruma düşmeye davetiye çıkarmak demektir.
Neyse ki son anda, filmin aslında vakitlice geldiği ama kod adı farklı göründüğü için fark edilmediği ortaya çıktı. Böylece, kelimenin tam anlamıyla son dakikada bile olsa filmin kontrolünü yaptım da bir çeviri faciasından kurtulmuş olduk.
Peki film nasıldı? Doğrusunu isterseniz, Box Office sayfasında neredeyse 260 bin kişinin filmi seyrettiğini görünce şaşırdım. Birkaç güzel 3D sahnesi dışında bir özelliği olmayan, hatta resmen çok sıradan bir aksiyon filmi olarak gördüğüm için, bu filme taş çatlasa 15 bin kişi aancak gider diye düşünmüştüm. Ne diyeyim, yanıldığım için sevindim. Sonuçta dağıtımcılar kazanacak ki biz de kazanalım.
Sinemada seyrederken karşılaştığınız saçma çeviri hatalarının çoğu da buradan kaynaklanır. Filmi görmeden yapılan çeviri, o çevirinin ancak ilk taslağı olabilir. Ardından mutlaka filmin seyredilmesi, o çevirinin filmin içindeki bağlama uygun hale getirilmesi gerekir. Tabii bazen insanın dikkati dağılır ve normalde bangır bangır "Ben çeviri hatasıyım!" diye bağıran cümleler bile gözden kaçabilir.
O yüzden, filmi çevirisinde en sağlıklı yöntem önce filmi seyretmek, ardından filmi seyrederek, her konuşmada durarak çeviriyi yapmaktır. Ancak dediğim gibi, sinema çevirisinde bu yöntem uygulanmaz.
I, Frankenstein filmiyse, sinema filmlerindeki bu handikapta bambaşka bir çığır açtı. Filmin vizyon tarihi iyice yaklaşmasına rağmen görseli bir türlü gelmeyince, dağıtımcı firma benden çeviriyi filmi seyretmeden teslim etmemi istedi. Halbuki, bu işin adı film çevirisidir. Metin sadece bize yardımcı olması için vardır. İyi hazırlanmış bir spotting list yardımcılık görevinin ötesinde, bu işin bir bakıma bel kemiğidir elbette, ama bir spotting listin iyi olup olmadığını belirleyen de filmle ne kadar uyumlu olduğudur. Yani kısacası, bu işte asıl olan filmin kendisidir. Yanılıp da metni işin asıl zannetmek, sinema salonunda komik duruma düşmeye davetiye çıkarmak demektir.
Neyse ki son anda, filmin aslında vakitlice geldiği ama kod adı farklı göründüğü için fark edilmediği ortaya çıktı. Böylece, kelimenin tam anlamıyla son dakikada bile olsa filmin kontrolünü yaptım da bir çeviri faciasından kurtulmuş olduk.
Peki film nasıldı? Doğrusunu isterseniz, Box Office sayfasında neredeyse 260 bin kişinin filmi seyrettiğini görünce şaşırdım. Birkaç güzel 3D sahnesi dışında bir özelliği olmayan, hatta resmen çok sıradan bir aksiyon filmi olarak gördüğüm için, bu filme taş çatlasa 15 bin kişi aancak gider diye düşünmüştüm. Ne diyeyim, yanıldığım için sevindim. Sonuçta dağıtımcılar kazanacak ki biz de kazanalım.

Yorumlar
Yorum Gönder