Hikayesini anlatmak için üst anlatıcıdan daha iyisini düşünemeyen, ya da filmin yarı süresi geçip de iki kamyon dolusu diyalog yazmasına rağmen bırak gelişme bölümüne geçebilmeyi, daha giriş bölümüne bile geçip geçmediği şüpheli ne anlattığı belirsiz abuk subuk filmler yazan sözde senaristlerin ders niyetine Front Page filmini birkaç kere izlemesini tavsiye ederim.
Film çevirmeni olarak, daha çok kazandırma potansiyeline sahip kelime başına para aldığım işlerde bile, çok konuşmalı işlerden hiç hazzetmedim. Sadece çeviri işi olarak baktığımda, toplamda 12200 kelimeyi bulan Front Page filminin beni boğduğunu söyleyebilirim.
Ama bir seyirci gözüyle bakacak olursak, ben film diye buna derim arkadaş.
Çok sevdiği bir iş olmasına rağmen çok yorucu ve doğru düzgün bir gelecek vaat etmeyen gazeteciliği bırakarak, aslında kendisine göre olmadığını bile bile nişanlısının amcasının yanında reklamcı olarak çalışmaya karar veren Hildy'nin hikayesini sevdim. Sıradan bir adli vakayı seçim öncesinde kendi lehine çevirmek için insan hayatıyla oynamayı göze alan belediye başkanının ve durum anlaşılınca kabak başında patlayan şerifin hikayesini sevdim. En çok da, filmde bir sürü geyik varmış gibi görünse de, o geyiklerin hiçbirinin aslında boş laf olmamasını, hepsinin de ya ana hikayenin kendisini ya da alt hikayeleri besliyor olmasını sevdim.
Ama çevirisi yorucuydu. 12200 kelime hiç de az değil. Yap yap bitemedi bir türlü. 30 Mart 2014 yerel seçimlerin hemen sonrası kediler trafolara hücum ederken, ben bu filmi yapıyordum işte.
Front Page'den bahsedip de, aynı filmin ilk çevrimi olan ve seyrederken Front Page'den daha fazla keyif aldığım 1940 yapımı His Girl Friday'den bahsetmemek olmaz tabii. Henüz çok acemi bir çevirmenken, süre olarak daha kısa ama kelime yoğunluğu eşit derecede ağır olan bu filmin dublaj çevirisini yapmıştım.
Filmi çevirirken, yıllar önce TRT'de seyrettiğimi hatırladım. Sonuçta TRT diyoruz, bugünlerde olduğu gibi siyasi hesaplar uğruna itibarını kaybetmemiş, hepimizin gözünde efsaneleşmiş bir kurumdu orası. O yüzden de, yazdığım her kelimede, kendimi kazanmama imkan olmadığına peşin peşin inandırdığım bir rekabetin ağırlığını hissediyordum.
Derken, aradan birkaç yıl geçti. Ve tesadüf bu ya, TRT'de His Girl Friday'e denk geldim. İlk dönemler bilgisayarım bile olmadığı için çevirileri kağıda yazıp sonra teyzemlerde temize geçtiğimden daha önce bahsetmiştim. Hemen koştura koştura gidip o kağıtları buldum - ki arayacak olsam şimdi bile evin sağından solundan çıkar o kağıtlar.
Sonra başladım, TRT çevirmeni nasıl çevirmiş, ben nasıl çevirmişim diye karşılaştırma yapmaya; ama çok kısa sürdü. Zira TRT çevirmemi düpedüz saçmalamış, birçok yeri yalan yanlış çevirmişti. Hepsini geçtim, orijinal filmde "Ateş etmeyin, ölmek istemiyorum." diye yalvaran adama "Ateş edin. Korkmuyorum." derdirtmişti resmen. Filmi çevirirken, bu filmin daha önceden TRT gibi ciddiliğiyle tanınan bir kurumda yayınlanmış olmasının verdiği strese üzüldüm.
Film çevirmeni olarak, daha çok kazandırma potansiyeline sahip kelime başına para aldığım işlerde bile, çok konuşmalı işlerden hiç hazzetmedim. Sadece çeviri işi olarak baktığımda, toplamda 12200 kelimeyi bulan Front Page filminin beni boğduğunu söyleyebilirim.
Ama bir seyirci gözüyle bakacak olursak, ben film diye buna derim arkadaş.
Çok sevdiği bir iş olmasına rağmen çok yorucu ve doğru düzgün bir gelecek vaat etmeyen gazeteciliği bırakarak, aslında kendisine göre olmadığını bile bile nişanlısının amcasının yanında reklamcı olarak çalışmaya karar veren Hildy'nin hikayesini sevdim. Sıradan bir adli vakayı seçim öncesinde kendi lehine çevirmek için insan hayatıyla oynamayı göze alan belediye başkanının ve durum anlaşılınca kabak başında patlayan şerifin hikayesini sevdim. En çok da, filmde bir sürü geyik varmış gibi görünse de, o geyiklerin hiçbirinin aslında boş laf olmamasını, hepsinin de ya ana hikayenin kendisini ya da alt hikayeleri besliyor olmasını sevdim.
Ama çevirisi yorucuydu. 12200 kelime hiç de az değil. Yap yap bitemedi bir türlü. 30 Mart 2014 yerel seçimlerin hemen sonrası kediler trafolara hücum ederken, ben bu filmi yapıyordum işte.
HIS GIRL FRIDAY
Front Page'den bahsedip de, aynı filmin ilk çevrimi olan ve seyrederken Front Page'den daha fazla keyif aldığım 1940 yapımı His Girl Friday'den bahsetmemek olmaz tabii. Henüz çok acemi bir çevirmenken, süre olarak daha kısa ama kelime yoğunluğu eşit derecede ağır olan bu filmin dublaj çevirisini yapmıştım.
Filmi çevirirken, yıllar önce TRT'de seyrettiğimi hatırladım. Sonuçta TRT diyoruz, bugünlerde olduğu gibi siyasi hesaplar uğruna itibarını kaybetmemiş, hepimizin gözünde efsaneleşmiş bir kurumdu orası. O yüzden de, yazdığım her kelimede, kendimi kazanmama imkan olmadığına peşin peşin inandırdığım bir rekabetin ağırlığını hissediyordum.
Derken, aradan birkaç yıl geçti. Ve tesadüf bu ya, TRT'de His Girl Friday'e denk geldim. İlk dönemler bilgisayarım bile olmadığı için çevirileri kağıda yazıp sonra teyzemlerde temize geçtiğimden daha önce bahsetmiştim. Hemen koştura koştura gidip o kağıtları buldum - ki arayacak olsam şimdi bile evin sağından solundan çıkar o kağıtlar.
Sonra başladım, TRT çevirmeni nasıl çevirmiş, ben nasıl çevirmişim diye karşılaştırma yapmaya; ama çok kısa sürdü. Zira TRT çevirmemi düpedüz saçmalamış, birçok yeri yalan yanlış çevirmişti. Hepsini geçtim, orijinal filmde "Ateş etmeyin, ölmek istemiyorum." diye yalvaran adama "Ateş edin. Korkmuyorum." derdirtmişti resmen. Filmi çevirirken, bu filmin daha önceden TRT gibi ciddiliğiyle tanınan bir kurumda yayınlanmış olmasının verdiği strese üzüldüm.

Yorumlar
Yorum Gönder