Transcendence

Transcendence / Evrim filminin işlediği, bilincini bir makineye aktaran insan fikri, sinemada karşıma ilk defa çıkan bir konu değil.

Benzer bir fikri ilk olarak, Transcendence filminin tam tersine önce evrim geçirip sonra sanal dünyaya giren bir beyni anlatan, bir Stephen King uyarlaması The Lawnmower Man filminde görmüştüm.

Yıllar sonra, ünlü Kızılmaske'nin distopik gelecekte geçen bir çizgi dizi uyarlaması olan Phantom 2040'ta, bu sefer hiç evrim geçirmeden, olduğu gibi makineye aktarılan ve bilinç düzeyinde yaşamaya devam eden bir kötü adamla karşılaşmıştım. Anlattığı karanlık evrendeki şirketler kontrolündeki dünya, ve insanlar gibi geçinmeye çalışan robotlar kavramlarıyla, çocuklardan çok büyüklerin, ya da en azından genç yetişkinlerin ilgisini çekecek bir çizgi filmdi.

Ünlü Battlestar Galactica efsanesinin öncesini anlatan Caprica dizisinde de, Zoe adlı kızın bilinç düzeyindeki varlığının robotların içine girmesi anlatılıyordu. Bu diziyi yukarıdaki örneklerden ayıran nokta, bilincin asıl sahibinin ölmesi ama bıraktığı dijital izlerden yola çıkarak bir kopyasının çıkarılmasıydı.

Enteresan dizi Black Mirror'ın bir bölümünde de, yine aslında öldüğü halde bıraktığı dijital izlerden yola çıkarak kopyası oluşturulan bir adam anlatılıyordu.

Madem kopyalardan yola çıktık, iyi bir bilim kurgu yazarı olduğunu düşümdüğüm Mehmet Emin Arı'nın da yine aslı öldükten sonra kopyalanmış insanla ilgili ilginç bir öyküsü vardı ama aklımda yanlış kalmasdıysa onda klonlama söz konusu olduğu için andığım diğer hikayelerden biraz farklıydı.

Yani demem o ki, kendisini dijital ortama aktaran insan konusu özgün değil. İlk defa Transcendence filminde işlenmedi. Ayrıca, ne yalan söyleyeyim, Transcendence'in bu kavramı en iyi işleyen film olduğunu söylemek de zor. Ama insan seyrederken teknolojinin varabileceği korkutucu boyutları düşünmeden edemiyor tabii. Ben bu konuda Umberto Eco'nun ünlü Gülün Adı romanında geçen şu sözün önemli olduğunu düşünüyorum: "Çünkü bilim, yalnızca insanın yapması gerekeni ya da yapabileceğini bilmesinden ibaret değildir; yapabileceğini, ama belki de yapmaması gerektiğini bilmesini de içerir." Tabii böyle bir sözü şiar edinmeden önce, bu yaklaşımın bizi Ortaçağ karanlığına aynen geri gönderme ihtimali olduğunu da çok iyi hesap etmek gerekir.

Bu iş bana 2014 Mayıs'ında bir Salı günü geldi. Cuma gününe acil istiyorlardı ama filmi getirten firmanın yaşadığı bazı sıkıntılar nedeniyle -ki aynı sıkıntılar nedeniyle aradan geçen iki yıla yaklaşan sürede parasını alabilmiş değilim- çok acil çevirdiğim bu film ancak Ekim 2014'te vizyona girebildi. Ne diyeyim, keşke işleri düştüğünde telefon eden ama başka zaman ulaşılmaz oluveren arkadaşlar, en azından Linkedin'den yolladığım mesaja cevap verme nezaketini gösterselerdi.

Filmin bende bıraktğı bir önemli iz de, tam da çevirisi yaptığım sırada meydana gelen Soma maden faciasıydı. Akıll almaz bir trajedi ve bu trajediyi takip eden skandallar zincirinden aklımda kalanlar, "aklını kullanıp kurallara uymayanlar hayatta kalmıştır" diyebilen bir vali yardımcısı, üç gün gömlek değiştirmemeyi kahramanlık olarak göstermeye çalışan bir bakan, "ölüm bu işin fıtratında var" diyerek İngiltere'de 200 yıl önce meydana gelmiş bir kazayı örnek veren, sonra da kendi vatandaşını yumruklayan bir başbakan, ve de tabii aşağıdaki şu unutulmaz fotoğraf karesi oldu.


Yorumlar