Bir önceki blog yazısında bahsettiğim Mortdecai filmine tam başlayacakken, çalıştığım stüdyolardan biri aradı. Ellerinde Flipped diye bir film olduğunu, ilk çevirmenin önce işi kabul edip sonra vizeleri bastırdığı için geri verdiğini, şimdi filmin acilen çevrilmesi gerektiğini söylediler, ve benim yapıp yapamayacağımı sordular.
İşi kabul ettim. Böylece, yine bir önceki blog yazısında bahsettiğim üzere, 31 Aralık'ı 1 Ocak'a bağlayan gece evimiz misafirlerle doluyken bile çeviri yapmak zorunda kaldığım o süreç başlamış oldu.
Kimsenin kafama silah dayamadığı, tamamen kendi irademle çevirisini yapmayı kabul ettiğim bir filmin beni ne kadar meşgul ettiğinden şikayet etmek için yazmadım bunları. Tam aksine, Flipped ve akabinde Mortdecai filmlerinin, çalışma sistemimde ciddi bir değişikliğe gitmem gerektiğine karar vermemde büyük rol oynadığını söylemek için yazdım.
Zaten bir süredir, daha verimli çalışmak için ne yapabileceğimi araştırıyordum. Araştırmaya ilk başladığımda, asıl cevap bulmak istediğim soru aynı işi daha kısa sürede yapmakla ilgili ipuçlarıydı. Bu konuda, "odaklanın, her seferinde tek iş yapın, sosyal medyayı kapatın" falan gibi bilindik önerilerin dışında, kayda değecek bir şeye rastlamadım pek.
Ama, aklıma yatan başka öneriler buldum.
Örneğin, 80/20 teorisi bana çok akla yatkın geldi. Bu teoriye göre, gelirlerimizin %80'i müşterilerimizin %20'sini oluşturan ana gruptan gelmektedir. Gelirimizin kalan %20'si ise, geriye kalan %80'den gelmektedir. Ve bu %80'lik grup, sizi emeğinize değmeyecek kadar çok yorar.
Kendi tecrübelerimden de yola çıkarak, teorinin bu kısmına tamamen hak verdim. Ancak, bu teoriyi dile getirenlerin ekseriyetle savunduğu, "Öyleyse, o %80''lik grubu hayatınızdan çıkarın. Belki daha az kazanırsınız ama hiç değilse kafanız rahat olur." diye özetlenebilecek öneriye çok da sıcak bakamadım. Sonuçta, ardında adı konmuş bir teori olsa da olmasa da, bu kadar yoğun çalışmamam gerektiğini, kendime, kendime değilse bile hiç değilse adam gibi uyumaya zaman ayırmam gerektiğini zaten biliyordum. Yapabilsem zaten yapardım. Ama maalesef, burası böyle afilli adları olan teorilerin üretildiği bir ülke değil, geçinmenin çok zor olduğu bir ülke olduğu için, müşterilerin bir kısmını hayatımdan tamamen çıkarmak, uygulayabileceğim bir yaklaşımmış gibi gelmedi bana.
Onun yerine başka bir şey yaptım. Çalıştığım şirketleri belirli bir endekse göre sıraladım. Endeksi oluşturma formülüm zaman içinde birkaç kere değiştiyse de, temel olarak, bir şirketin bana verdiği işlerden saatte ne kadar kazandığıma, o şirketin bana ne sıklıkta iş verdiğine ve tabii en önemlisi, o şirketin ödemeleri aksatıp aksatmadığına bakarak bir kıyas mekanizması kurdum. Böylece, çalıştığım hiçbir şirketi hayatımdan kesin olarak çıkarmasam bile, kimlere öncelik vermem gerektiğini, kimlere "hayır" dersem hiçbir şey kaybetmeyeceğimi görmüş oldum.
Sonra da, bu endeksi baz alarak bir yapılacaklar listesi sistemi kurdum. Bana gelen işleri, işin teslim tarihine, tahminen ne kadar zaman alacağına ve işi veren şirketin öncelik derecesine göre, bir yapılacaklar listesine ekledim. Aradan geçen neredeyse iki yıla yakın zaman içerisinde iş yoğunluğumda gözle görülür bir değişme olmadı, ama hiç değilse en yoğun zamanlarda kime öncelik vermem gerektiğine dair daha elle tutulur bir fikrim oldu.
Ve tüm bunları Flipped filminin çevirisini yetiştirmek için sabahlamama borçluyum. "Filmin kendisi nasıldı?" diye soracak olursanız, "Hiç bana göre bir film değildi." diye cevap verebilirim.
İşi kabul ettim. Böylece, yine bir önceki blog yazısında bahsettiğim üzere, 31 Aralık'ı 1 Ocak'a bağlayan gece evimiz misafirlerle doluyken bile çeviri yapmak zorunda kaldığım o süreç başlamış oldu.
Kimsenin kafama silah dayamadığı, tamamen kendi irademle çevirisini yapmayı kabul ettiğim bir filmin beni ne kadar meşgul ettiğinden şikayet etmek için yazmadım bunları. Tam aksine, Flipped ve akabinde Mortdecai filmlerinin, çalışma sistemimde ciddi bir değişikliğe gitmem gerektiğine karar vermemde büyük rol oynadığını söylemek için yazdım.
Zaten bir süredir, daha verimli çalışmak için ne yapabileceğimi araştırıyordum. Araştırmaya ilk başladığımda, asıl cevap bulmak istediğim soru aynı işi daha kısa sürede yapmakla ilgili ipuçlarıydı. Bu konuda, "odaklanın, her seferinde tek iş yapın, sosyal medyayı kapatın" falan gibi bilindik önerilerin dışında, kayda değecek bir şeye rastlamadım pek.
Ama, aklıma yatan başka öneriler buldum.
Örneğin, 80/20 teorisi bana çok akla yatkın geldi. Bu teoriye göre, gelirlerimizin %80'i müşterilerimizin %20'sini oluşturan ana gruptan gelmektedir. Gelirimizin kalan %20'si ise, geriye kalan %80'den gelmektedir. Ve bu %80'lik grup, sizi emeğinize değmeyecek kadar çok yorar.
Kendi tecrübelerimden de yola çıkarak, teorinin bu kısmına tamamen hak verdim. Ancak, bu teoriyi dile getirenlerin ekseriyetle savunduğu, "Öyleyse, o %80''lik grubu hayatınızdan çıkarın. Belki daha az kazanırsınız ama hiç değilse kafanız rahat olur." diye özetlenebilecek öneriye çok da sıcak bakamadım. Sonuçta, ardında adı konmuş bir teori olsa da olmasa da, bu kadar yoğun çalışmamam gerektiğini, kendime, kendime değilse bile hiç değilse adam gibi uyumaya zaman ayırmam gerektiğini zaten biliyordum. Yapabilsem zaten yapardım. Ama maalesef, burası böyle afilli adları olan teorilerin üretildiği bir ülke değil, geçinmenin çok zor olduğu bir ülke olduğu için, müşterilerin bir kısmını hayatımdan tamamen çıkarmak, uygulayabileceğim bir yaklaşımmış gibi gelmedi bana.
Onun yerine başka bir şey yaptım. Çalıştığım şirketleri belirli bir endekse göre sıraladım. Endeksi oluşturma formülüm zaman içinde birkaç kere değiştiyse de, temel olarak, bir şirketin bana verdiği işlerden saatte ne kadar kazandığıma, o şirketin bana ne sıklıkta iş verdiğine ve tabii en önemlisi, o şirketin ödemeleri aksatıp aksatmadığına bakarak bir kıyas mekanizması kurdum. Böylece, çalıştığım hiçbir şirketi hayatımdan kesin olarak çıkarmasam bile, kimlere öncelik vermem gerektiğini, kimlere "hayır" dersem hiçbir şey kaybetmeyeceğimi görmüş oldum.
Sonra da, bu endeksi baz alarak bir yapılacaklar listesi sistemi kurdum. Bana gelen işleri, işin teslim tarihine, tahminen ne kadar zaman alacağına ve işi veren şirketin öncelik derecesine göre, bir yapılacaklar listesine ekledim. Aradan geçen neredeyse iki yıla yakın zaman içerisinde iş yoğunluğumda gözle görülür bir değişme olmadı, ama hiç değilse en yoğun zamanlarda kime öncelik vermem gerektiğine dair daha elle tutulur bir fikrim oldu.
Ve tüm bunları Flipped filminin çevirisini yetiştirmek için sabahlamama borçluyum. "Filmin kendisi nasıldı?" diye soracak olursanız, "Hiç bana göre bir film değildi." diye cevap verebilirim.

Yorumlar
Yorum Gönder