Türk filmlerinin alt yazılarını hazırlamak genellikle çok sıkışık bir takvim içinde gerçekleşir. Yapımcıların filmi yetiştirmesi gereken bir tarih ve genellikle biraz geriden takip ettikleri bir programları vardır. Bir filmin alt yazısının hazırlanması o filmin son aşamalarından biri olduğu için de, o yetişilmesi gereken tarihe yetişmek hep bir yarış içinde olur.
O Hikaye filmi bu yarış takviminin dışında kalan, sakin bir iş oldu benim için. Hatta o kadar sakindi ki, Kasım 2015'te filmin alt yazılarını hazırlamam için gönderilen ilk kopyanın ardından aylarca sesi soluğu çıkmadı. Filminolası yurt dışı gösterimi için İngilizce alt yazılarını hazırladığım son kurgusunu göndermeleriyse Nisan 2016'yı bulmuştu.
Her türlü maddi zorluğa ve ailelerinden gelen baskıya rağmen inatla film çekme sevdalarını sürdüren iki gencin hem bu zorlu süreçte yaşadıklarını hem de çektikleri filmden kesitleri gösteren, bu anlamda da güzel bir hikayesi olan bir film O Hikaye. Öte yandan, filmde emeği geçen arkadaşların iyi niyetlerinden hiç kuşku duymasam da, artık diyalogların acemiliğinden mi, o diyaloglara can verenlerin belirli bir yetenek eşiğine ulaşamamasından mı, yoksa ayrıntılarına vakıf olmasam da yıllarını film seyretmekle geçirmiş biri olarak sezgisel olarak fark ettiğim birtakım reji hatalarından dolayı mıdır bilinmez, bu filmde bir eksiklik, bir olmamışlık var.
Öte yandan, her ne kadar filmde emeği geçen arkadaşlardan biri ya da onların birinci dereceden akrabası falan değilseniz size iyi bir seyirlik sunmuyor olsa bile, film, ülkemizde sanatın neden çok da gelişemediğine dair güzel ipuçları veriyor.
Aslında sadece sanat için değil, hayatın içindeki her alan için geçerli bir kural olarak, bir ülkenin bir alanda dünya çapında işler çıkarabilmesi için o alanda nesiller boyu devam eden bir çalışmanın ve her yeni neslin bir öncekinden daha iyi işler yapmasını teşvik edecek bir sistemin, hadi sistem olmasa bile toplum içinde benimsenmiş bir zihniyetin olması gerekir.
Bu da tabii o ülkenin genel finansal kaygılarıyla ilgili bir meseledir.
Tıpkı filmde olduğu gibi, maddi durumunuz iyi değilse, çocuğunuzun abuk sabuk film işleriyle uğraşması yerine bir dersanede öğretmen olmasını isteyebilir, hatta onu bu yönde zorlayabilirsiniz. Maddi durumu iyi olan bir aileden gelmeniz de sizi sanata teşvik eden bir ortamın beklediğinin göstergesi değildir. Aile büyükleriniz abuk sabuk film işleri yerine aile işletmesinin başına geçmeniz için sizi zorlayabilir.
Her ne kadar sanatçılar daha çok paraya pula önem vermeyen bohem imajlarıyla akıllarda yer etse de, para çok önemli bir şeydir. Bilhassa olmadığı zamanlar. Hayatta kalmanızı sağlayacak parayı kazanamıyorsanız sanat yapamazsınız. Ortaya koyduğunuz eser, sadece manevi olarak değil maddi olarak da belirli bir beklenti seviyesinin altında takdir görürse, bir dahaki çalışmanızda sizi daha ileri götürecek motivasyonu yakalamanız zor olur.
Türkiye, Osmanlı'dan kalma bir anlayışın devamı olarak, köklü zengin ailelerin olduğu bir toplumsal yapıya sahip değildir. Her iktidar kendi zengin kitlesini yaratır; kendinden olmayanı da potansiyel düşman olarak görür. Kökleri yüzyıllara dayanan zengin aileler yerine, 10 - 15 yılda hızla zenginleşen ve bir sonraki 10 - 15 yılda muhtemelen bu zenginliği kaybeden ailelerin olması, popülist tuzaklardan uzak durarak kendini aşmaya çalışan sanatsal ortama uygun değildir. O yüzden de, münferit olarak başarılı olan sanatçılar çıksa bile bunlar çoğu kez belirli bir geleneği rafine etmek yerine, zaten rafine olmuş başka kültürlere ait örnekleri taklit etmek zorunda kalır. Bu da, popülist olmayan sanatın toplumla olan bağının çok gevşek olmasına sebep olur.
O Hikaye filmi bu yarış takviminin dışında kalan, sakin bir iş oldu benim için. Hatta o kadar sakindi ki, Kasım 2015'te filmin alt yazılarını hazırlamam için gönderilen ilk kopyanın ardından aylarca sesi soluğu çıkmadı. Filmin
Her türlü maddi zorluğa ve ailelerinden gelen baskıya rağmen inatla film çekme sevdalarını sürdüren iki gencin hem bu zorlu süreçte yaşadıklarını hem de çektikleri filmden kesitleri gösteren, bu anlamda da güzel bir hikayesi olan bir film O Hikaye. Öte yandan, filmde emeği geçen arkadaşların iyi niyetlerinden hiç kuşku duymasam da, artık diyalogların acemiliğinden mi, o diyaloglara can verenlerin belirli bir yetenek eşiğine ulaşamamasından mı, yoksa ayrıntılarına vakıf olmasam da yıllarını film seyretmekle geçirmiş biri olarak sezgisel olarak fark ettiğim birtakım reji hatalarından dolayı mıdır bilinmez, bu filmde bir eksiklik, bir olmamışlık var.
Öte yandan, her ne kadar filmde emeği geçen arkadaşlardan biri ya da onların birinci dereceden akrabası falan değilseniz size iyi bir seyirlik sunmuyor olsa bile, film, ülkemizde sanatın neden çok da gelişemediğine dair güzel ipuçları veriyor.
Aslında sadece sanat için değil, hayatın içindeki her alan için geçerli bir kural olarak, bir ülkenin bir alanda dünya çapında işler çıkarabilmesi için o alanda nesiller boyu devam eden bir çalışmanın ve her yeni neslin bir öncekinden daha iyi işler yapmasını teşvik edecek bir sistemin, hadi sistem olmasa bile toplum içinde benimsenmiş bir zihniyetin olması gerekir.
Bu da tabii o ülkenin genel finansal kaygılarıyla ilgili bir meseledir.
Tıpkı filmde olduğu gibi, maddi durumunuz iyi değilse, çocuğunuzun abuk sabuk film işleriyle uğraşması yerine bir dersanede öğretmen olmasını isteyebilir, hatta onu bu yönde zorlayabilirsiniz. Maddi durumu iyi olan bir aileden gelmeniz de sizi sanata teşvik eden bir ortamın beklediğinin göstergesi değildir. Aile büyükleriniz abuk sabuk film işleri yerine aile işletmesinin başına geçmeniz için sizi zorlayabilir.
Her ne kadar sanatçılar daha çok paraya pula önem vermeyen bohem imajlarıyla akıllarda yer etse de, para çok önemli bir şeydir. Bilhassa olmadığı zamanlar. Hayatta kalmanızı sağlayacak parayı kazanamıyorsanız sanat yapamazsınız. Ortaya koyduğunuz eser, sadece manevi olarak değil maddi olarak da belirli bir beklenti seviyesinin altında takdir görürse, bir dahaki çalışmanızda sizi daha ileri götürecek motivasyonu yakalamanız zor olur.
Türkiye, Osmanlı'dan kalma bir anlayışın devamı olarak, köklü zengin ailelerin olduğu bir toplumsal yapıya sahip değildir. Her iktidar kendi zengin kitlesini yaratır; kendinden olmayanı da potansiyel düşman olarak görür. Kökleri yüzyıllara dayanan zengin aileler yerine, 10 - 15 yılda hızla zenginleşen ve bir sonraki 10 - 15 yılda muhtemelen bu zenginliği kaybeden ailelerin olması, popülist tuzaklardan uzak durarak kendini aşmaya çalışan sanatsal ortama uygun değildir. O yüzden de, münferit olarak başarılı olan sanatçılar çıksa bile bunlar çoğu kez belirli bir geleneği rafine etmek yerine, zaten rafine olmuş başka kültürlere ait örnekleri taklit etmek zorunda kalır. Bu da, popülist olmayan sanatın toplumla olan bağının çok gevşek olmasına sebep olur.


Yorumlar
Yorum Gönder